Akşemseddin

By | 18 Ekim 2022

İstanbul’un manevî fâtihi, büyük velî ve tıp âlimi. İsmi Muhammed bin Hamza olup, lakabı Akşeyh’tir. Evliyanın büyüklerinden Şihâbüddîn Sühreverdî’nin neslinden olup, nesebi Hazreti Ebû
Bekr-i Sıddîk’a ulaşır. Hacı Bayram-ı Velî’nin, ona; “Beyaz (ak) bir insan olan Zeyd’den, insan cinsinin karanlıklarını söküp atmakta güçlük çekmedim” demesi sebebiyle, Akşemseddîn lakabı verilmiştir. Riyâzet sebebiyle benzinin solması, saçının- sakalının ağarması
ve ak elbiseler giymesinden dolayı Akşemseddîn denildiği de rivayet edilmiştir.
1390 senesinde Şam’da doğdu. Akşemseddîn, küçük yaşta Kur’ân-ı kerîmi ezberledi.
Yedi yaşında babası ile Anadolu’ya gelip, Amasya’nın Kavak nahiyesine yerleşti. Velî ve büyük bir âlim olan baba leri eserine yerleştirmiştir. Germiyanoğlu Emir Süleymân’a sunulan İskendernâme, Ankara’da aslına uygun bir şekilde basılmıştır. Yazma nüshası İstanbul Üniversitesi Kütüphânesi, 921 numarada kayıtlıdır. Ahmedî’nin ayrıca Mirkât-ül-Edeb (Farsça sözlük), Mîzân-ül-Edeb ve Mikyâs-ül-Edeb (Arab ve Fars grameri ile ilgili kasideler) isimli eserleri de vardır. Bu yönü ile dilci bir şâir olarak da görünür.  Şakâı/nu’mâniyye tercümesi; (Mecdî Efendi); sh. 70 2) Sicilli Osmârii; cildd-1, sh. 191 3) Tezkire-i Latifi; sh. 82 4) Ahmedî Divânından Seçmeler; (Yaşar Akdoğan; Ankara-1988); sh. 15) İskendernâme’den seçmeler; (Yaşar Akdoğan, Ankara-1988); sh. I 6) Tabakât-tis-seniyye (Temîıni, Bağdâd-1984) cild-2, sh. 134 7) Osmanlı Müellifleri; cild-2, sh. 10 8) Tezkiret-üş-şuarâ (Kmâlızâde Hasarı Çelebi, Ankara-1978); cild-1, sh. 146 9) Osmanlı Türklerinde İlim; sh. 8 10) Rehber Ansiklopedisi; cild-1, sh vefat edince, tahsiline devam ederek genç yaşta ınânın naklî ve aklî ilimlerini tahsil etti. Zekî ve kabiliyetli bir  olan Akşemseddîn,hanlarından daha üsıun derecelere kavuştu, ilim tahsilini tamamladıkı. ın sonra, Osmancık’ta müderris oldu. Günün belli saatlerinde ders veııyor, diğer zamânlarında nefsinin terbiyesi ile meşgul oluyor ve takva yere bulunuyordu. Yüksek ahlâk sahibi idi. Bulunduğu yerde hâllerini bilenler ona, zamânın büyük velîsi Hacı Bayram-ı Velî hazretlerine gitmesini tavsiye ettiler. Ankara’ya giderek Hacı Bayram-  Velî ile görüştü ise de talebesi olamadı. 1436 senesinde meşhûr velî Şeyh Zeynüddîn’e talebe olmak için Haleb’e giderken, yolculukta gördüğü rüya üzerine Hacı Bayram- Velî’nin yanına gitmek üzere geri döndü Akşemseddîn hazretleri, ünlü ressam Zonaro’nun yaptığı Fâtih’in İstanbul’a girişini tasvir eden tablosunda Fatih Sultan Mehmed’in yanında görünüyor. Ankara’ya varınca, tarlada bulunan Hacı Bayram-ı Velî’nin yanına gitti ise  iltifat görmedi. Hacı Bayram-ı Velî, bir süre sonra talebeleriyle yemek yemeğe başladı. Akşemseddîn, yemek sırasında, köpeklerin önüne konan yemekten yiyince, Hacı Bayram-ı Velî onun bu tevâzuuna dayanamayarak; “Köse! Kalbimize girdin, gel yanıma” diyerek iltifatta bulundu. Akşemseddînbuna çok sevinerek, kendini onun irfan meclisine verdi. Tasavvuf yolunun bütün inceliklerini öğrendi ve Hacı Bayram-ı Velî’den icâzet (diploma) aldı. Akşemseddîn, aynı zamânda tıp ilminde de kendini yetiştirdi. Bilhassa bulaşıcı hastalıklar üzerinde çalıştı. Bu konuda yaptığı araştırmalar sonunda; “Hastalıkların insanlarda birer birer ortaya çıktığını sanmak yanlıştır. Hastalıklar, İnsandan insana bulaşmak suretiyle geçer. Bu bulaşma, gözle görülemeyecek
kadar küçük fakat canlı tohumlar vâsıtası ile olur  kanâatine vardı. Aynı zamânda hekim olan Akşemseddîn, bundan
beş yüz sene önce mikrobun tarifini yapmış, her türlü hastalığı, gözle görülemeyecek kadar küçük canlıların yaptığını, Pasteur’ün, teknik âletler sayesinde, Akşemseddîn’den dört asır sonra varabildiği neticeyi dünyâda
ilk defa haber vermiştir. Akşemseddîn, aynı zamânda ilk kanser araştırmacılarındandır. O devirde Seratan denilen bu hastalıkla çok uğraşmış ve sadrâzam Çandarlı Halîl Paşa’nın oğlu kazasker Süleymân Çelehi’yi iedâvi etmiştir. Ayrııhangi hastalıkların,
hangi otlardan hazırlan. ilâçlarla tedâvi edileı çok iyi bilirdi. Akşemseddîn, bir çok
Ilımlar arasında, zahirî ve hâtınî ilimleri bilen yedi ofllıı da vardı. Oğulları; Muhammed Sa’dullah, Muhammed Fazlullah, Muhammed N û ru lla h , Muhammed Emrullah, Muhammed Nasrullah, Muhammed Mîr’ul-Hudâ ve Muhammed Hamîdullah’tır.
Halîfeleri ise; Muhammed Fazlullah, Abdurrahîm  Karahisârî, Muslihuddîn İskilîbî ve İbrahim lennûrî’dir. Osmanlı sultânı ikinci Murâd Han, Hacı Bayram- ı Velî’yi son derece sever ve Edirne’ye geldiğinde sık sık sohbetlerinde bulunurdu. Ona bir gün İstanbul’un fethi hakkında soru sorunca, Bayram-ı Velî; “Allahü teâlâ ömrünüzü ve devletinizi ziyâde etsin. Yalnız, İstanbul’un alındığını ne sen ne de ben görebileceğiz” dedi. Sonra, bir köşede oynayan Şehzade Mehmed (Fâtih) ile hizmet için kapı eşiğinde bekleyen Akşemseddîn’i
göstererek; “Ama şu çocukla, bizim köse görürler” buyurdu. Sultan Mehmed Han, muhteşem ordusu ile İstanbul’u fethe çıktığında, Akşem NAMAZIMI, AKŞEMSEDDÎN KILDIRSIN!.
Şeyh Mısırlıoğlu Abdürrahîm şöyle anlatır: “ İstanbul
fetholunmadan önce, hocam Akşemseddîn ile
Edirne’ye gitmiştik. Sultan Murâd Han’ın kazaskeri
Süleymân Çelebi hasta idi Bizi saraya davet ettiler.
Sultân’ın tabipleri, Süleymân Çelebi’nin etrafında,
ona ilâç vermekle meşgul idiler. Hocam tabiblere;
“Bunun hastalığı nedir?” diye sordu. Onlar; “Şu hastalıktır”
diye cevap verdiler. Hocam; “Buna “Sersam”
ilâcı yapmak lâzımdır” buyurdu. Tabipler; “Bunun
hastalığı o değildir. Sen yine de ilâcını ver” dediler.
Ben tabiplerin öyle demelerine hayret ettim.
Çünkü, ben hocamın, hastanın hâline tam vâkıf olmadığını
zannetmiştim. Hocam, divitle kalem istedi.
Onları getirince, reçete yazdı. İstediklerini getirdiler.
Onlardan bir ilâç yaptı ve Süleymân Çelebi’ye verdi.
Aradan kısa bir zaman geçmişti ki, Süleymân Çelebi’de
sıhhat alâmetleri belirdi, iyi oldu.”
Akşemseddîn’in hocası Hacı Bayram-ı Velî’nin
vefâtı yaklaştığı sırada, talebelerine; “Benim namazımı
Akşemseddîn kıldırsın ve cenazemi yıkasın.
Benim bu vasiyetimi ona iletirsiniz” dedi. Hacı Bayram-
ı Velî vefât ettiği zaman, Akşemseddîn orada
değildi. Nerede olduğunu da kimse bilmiyordu. Talebeler
ve Hacı Bayram-ı Velî’nin yakınları, merak ve
hayret içinde kaldılar. Bâzı kimseler; “ Hacı Bayram-ı
Velî’nin bu sözü, ölüm hâlinde söylenen sözlerdendir.
Buna pek itibâr edilmez” dediler. Kararsız bir
hâlde idiler. O esnada; “Akşemseddîn geliyor” diye bir ses işittiler. Halk, Akşemseddîn’i karşılamaya
çıktı. Durumu anlattılar. O da vasiyyet üzerine namazı
kıldırdıktan sonra, Hacı Bayram-ı Velî’nin cenazesini
defnetti. İşler bittikten sonra da Hacı Bayram-
ı Velî’nin borcunu sordu. Doksan bin akçe olduğu
ortaya çıktı. Akşemseddîn hazretleri, bu borcun
otuz bin akçesini kendi üzerine aldı. Kalan borcu
da Hacı Bayram-ı Velî’nin diğer yakınları ve dostları
üzerlerine aldılar. Akşemseddîn, üzerine aldığı
otuz bin akçenin yirmi dokuz binini ödedi. Geriye
bin akçe kaldı. Alacaklı, Akşemseddîn’e gelerek
borcunu vermesini istedi. Akşemseddîn ona; “Birkaç
gün müsâde et” dediyse de, bir faydası olmadı.
O kimse sert bir lisanla alacağını istedi. Akşemseddîn,
o kimseyi içeri davet etti. Evin önünde bir bahçe
vardı. O kimseye; “Bahçeye gir, alacağın bin akçeyi
al. Fazlasını alma” dedi.
O kimse, bundan sonraki durumunu şöyle anlatıyor:
“Bahçeye girdim. Bahçenin içinde yassı yapraklı
bir ot vardı. Her yaprağın üzerinde bir akçe vardı.
O otta o kadar çok yaprak vardı ki, sayısını ancak
Allahü teâlâ bilir. Onun yapraklarından bin akçe
topladım. Fakat yaprakların üzerinden hiç bir akçenin
eksilmemiş olduğunu gördüm. O bahçenin içi
akçe ile doluydu. Bu hâli görünce, hayret içinde kaldım.
Dışarı çıkıp, o bin akçeyi Akşemseddîn’in önüne
koydum. “ Bu akçeleri size bağışladım” dedim,
yalvardım ve özür diledim. Fakat Şeyh, o bin akçeyi
kabûl etmedi.”seddîn, Akbıyık Sultan,
Molla Fenârî, Molla Gürânî, Şeyh Sinan gibi meşhur âlim ve velîler, talebeleriyle birlikte orduya katılmışlardı. Orduya ayrı bir şevk ve azim veriyorlardı. Akşemseddîn, fetih sırasında Sultân’a gerekli tavsiyelerde bulunarak yeni müjdeler veriyordu. Sultân’ın isteği üzerine ve Allahü teâlânın izni ile fethin ne gün olacağını bildiren Akşemseddîn, Sultan şehre girerken yanında yer aldı. Fetih ordusu İstanbul’a girdikten sonra, İslâmiyet’in harb ile ilgili hukukunun gözetilmesini genç pâdişâha tekrar hatırlattı ve buna göre hareket edilmesini bildirdi. Sultân’ın, Eshâb-ı kiramdan Eyyûb-i Ensârî’nin kabrinin bulunduğu yeri sorması üzerine, Akşemseddîn;
“Şu karşı yakadaki tepenin eteğinde bir nûr görüyorum. Orada olmalıdır” cevâbını verdi. Ertesi gün orası kazıldı ve kabri ortaya çıktı. Akşemseddîn, İstanbul’un fethinden sonra Göynük’e yerleşti ve vefâtına kadar orada kaldı. Göynük’e yerleştikten sonra, bir taraftan âhiret hazırlığı yapıyor, diğer taraftan da küçük oğlu Hamîdullah’ın ilim ve terbiyesi ile meşgul oluyordu. “Bu küçük oğlum, yetim, zelîl kalır; yoksa, bu zahmeti çok dünyâdan göçerdim” derdi. Bir gün hanımı dedi ki: “Göçer ıliın dersin yine göçmezmBunun üzerine; “Gö- (.ııyim” deyip mescide ilildi. Akrabasını ve evlâdını topladı, vasiyyetini ynptı, helâllaşıp veda eylodi. Yâsîn-i şerîfi okumayn başladı. Sünnet üzere y.ıtıp, temiz ruhunu teslim etti (1460). Göynük’teki tarihî Süleymân Paşa  bahçesine defn edildi. Daha sonra oğullanılın kabri ile beraber bir tıırbe içine alındı. Akşemseddîn’in yazdığ eserler şunlardır: 1- Risâlet-ün-nûriyye: Arapça olan eser, tasavvufa ve tasavvuf ehline dil uzatanlara cevap mahiyetindedir. Kardeşi Hacı Ali tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Bu eserde tasavvuf ehlinin, sûfîlerin hâllerini açık bir dil ile anlatıp, onları suçlayıcı sözlere ayrı ayrı cevap mâhiyetinde gayet güzel îzâhlarda bulunmuştur. 2- Def-ü metâin, 3- Risâle-i Zikrullah, 4- Risâle-i Şerh-i Ah- Akşemseddîn hazretlerinin “Nasîhatnâme- i Akşemseddîn” adlı eserinin 11b ve 12a sayfaları vâl-i Hacı Bayram-ı Velî, 5- Makâmât-ı Evliya, 6- Maddet-ül-hayât, 7- Nasîhatnâme-  Akşemseddîn. 1) Şakayık-1Nu’mâniyye Tercümesi; sh. 240 2) Mu’cem-ül-müellifin; cild-9, sh. 271 3) Kâmûs-ül-a’lâm; cild-1, sh. 265 4) Nefehât-ül-üns Tercümesi; sh.
684 5) Osmanlı Müellifleri; cild-1, sh. 12 6) Menâkıb-i Aksemseddîn (Enîsî, Üniversite Kütüphanesi, T. Y. 6458) 7) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediı/ye; sh. 983 8) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi;
cild-1, sh. 251 9) Yeni Rehber Ansiklopedisi; cild-2, sh. 355 10) Fâtih’in Hocası Aksemseddîn (Ali İhsan Yurt, İstaııbul-1972)