Birden fazla evlilik nizamında, Hz. Muhammed’in
(S.A.) Özel bir tarafı vardır. Sair müslümanlar için dört
olan birden fazla evlilik ruhsatına ilişkin sınırlama emri
gelmeden önce peygamberin bu özelliği mevcuttur.
Bu tip hususiyetler bir düzenden başka bir nizama
geçiş henüz tamamlanmadan önce, her türlü sosyal değişimlerin
tesis karekteri olup, beşeriyet için asla nadir bir
olay değildir. Çünki yeni düzene bağlı genel maslahatın
gerektirdiği bir istisna olup, şümulü bütün hükümlerde genelliği
gerektirmez.
Böyle istisnaların en önemli şartı, ilk ve son defa olarak
özge olduğu kimselerden sonra tekerrür etmemesidir.
Zira sık sık tezâhür ederse, yeni düzen içinde genellik kazanır.
İnsanlar arasında her zaman yaşatılan bir düstur
olabilir. Ancak, Hz. Muhammed’in bu sadetteki özelliği kişisel
ve sadece kendisine özgedir. Asla tekrar tekrar tezahür
kaabiliyeti yoktur. Çünki bu hususiyetin. İslâm’ın
doğuşunda inanç çağrısının maslahatıyla irtibatı vardı. Zaten
bu inancın o devirde başka peygamberi olmadığı gibi,
aynı zamanda ilk daveti, tesis etmeye başladığı beldelerde
de kendisi için herhangi bir kuvvet yoktu. Zira, bu ülkeler
de özellikle soy yada aileler arasında evlilikle sağlanan
hısımlık faktörleri güç teşekkülünü doğuruyordu.
>
Bu hususiyeti sebebiyle Muhammed’in (S.A.V.) imtiyazına
taallûk eden hikmetin, bazae şerh ve izah gerektirdiği
görülür.
Fakat şerh ve izah gerektirmiyen açık bir hakikat varsa
o da, herhangi bir erkek, ya da kadın için kusur sayılabilecek
niteliklerden bu hususiyetin uzaklığı veya caiz
bile olsa, sübjektif istek şaibeleriyle hiç bir alâkasının olmamasıdır.
Şu noktayı önemle belirtelim ki bu özellik, sahibine kişisel
meta imkânı vermek ya da seksüel yaşantısına nimet
sağlamak için tanınmış değildir. Çünki içinde yaşayan
hanımların zinet ve maişet yokluğundan şikâyetçi olup
durdukları bir aile hakkında sübjektif isteklerine mahkûm
ya da hevesleri rüşdüne galip bir kimsenin ailesi denemez.
Kaldı ki; Arap yarım adasına hâkim; fakat hanımlarının
ihtiyaçlarına yeterli zinet ve refah sağlayacak serveti
avucuna almaktan çekinen bir kimse duygularına mağlûp
ve isteklerine mahkûm birisi asla olamaz.
İslâm Peygamberinin bir ömür ruh Dünyasında getirdiği
irade ve azmi sırtlayan hiçbir insan, seksüel isteklerine
uyan bir yaratık değildir.
Peygamberimizin (S.A.V.) kutsal yuvalarında, toplanan
hanımların durumuna gelince; fakir olsun zengin olsun,
ne çevrelerinde bulunan müslüman kitlenin ne de bu
hanımlar veya yakınlarının hissettikleri mihnetleri yoktu.
Üstelik bu hanımlardan her biri için, çağlar boyunca İslâm’a
inananların anneleri safına geçmesi en büyük bir
şeref olduğu gibi, aynı zamanda ta eski devirlerden bu güne
kadar hem arapların, hem de Arap olmayan diğer milletlere
mensup kadınların asla ulaşamıyacağı bu kerametten
daha ulvî bir meziyeti, hiçbir ailenin soyunda bulamazlardı.
Tevrat kıssalarına göre Bilge Süleyman dünyaca
meşhur sarayında bin kadar cariye ve hür kadın bulunduruyordu.
Belki, bu kadınların bir kısmı esir veya cariye olduğu,
bir kesimi ise; rütbe ve refaha değer verdiği için duruyorlardı.
Ama, Peygamberimizin hanımlarını ne siyasî
otoriteye ilişkin rütbeler, ne de maddî imkânlar tatmin ediyordu.
Onları razı eden yegâne husus dar geçim şartları
altında risaletin hidayeti ve mânâ rütbesiydi. Zira risaletin
ışığından gayri hiçbir vesile ile, bu mertebeye ulaşmak
kabil değildi.
Muhammed’in (S.A.V.) sadece kendi zatına mahsus
olan sıfatlar, bir insanın başaramıyacağı kadar ağır olduğuna
göre, bunun her halükârda, açık bir hikmeti var demektir.
Birer birer sebep sıralamak veya izah yapmaya
pek gerek yoktu. Zira, bu özellik dinin davetine taallûk etmektedir.
Yoksa Hz. Muhammed’in veya ailesinin sadece
görünürdeki maslahatını gerçekleştirmek için değil… Özellikle
birden fazla evlilik kurumuna ilişkin yasama hikmetine
taallûk eden açık bir ilkedir ki; başta hısımlık yoluyla
sosyal nizamı sabitleştirme ve kadınları bir kısım fitne ve
mihnetlerden koruma amacını güder.
Başta; Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali (R.A.) ile hısımlık
sağlanmış ve hepsini din risaletinde, bir araya getirmiştir.
İnanan insanlığın anneleri olan peygamber hanımlarının
hepsi de, tertemiz yuvalarına sığınıyorlardı. Bulunduk
ları yuvanın inanç ve ilkelerine karşı düşmüş olan yakın
hısımlarının kinlerine maruz kalmaktan ve irtidata sürüklenmekten
uzak bir hayata kavuşmuşlardı. Beşer üstü bir
ikram içindeydiler. Bu hanımlar arasında, bekâr kalmaktan
başka hiçbir ümidi olmayan ve doğum yapma yaşını
geçmiş olanlar da vardı. Çevrelerinde çoğu hanımların razı
olmayacağı hayata, Peygamberimizin emrine uymak ve
hâyâ duygularını atlamamak için gönülden bağlı idiler. Oysa,
maddî imkânları kendileri için yeterli değildi. Sahabe
arasında Peygamberimizin maddî imkânları mahdut olmasına
rağmen yine de onunla evlenmek istiyorlardı. Bunun
bir sebebi vardır ki; insaflı insafsız herkes anlayabilir.
Çünkü bundan başka bir mânâda mütalâa etmekle, makûl
kavramlar çığırından çıkarılır. Hanımları maddî imkânsızlıklar
karşısında Peygamberimizle evliliği büyük meziyet
telâkki ettiklerine göre; mânânın maddeye galibiyeti somut
olarak ispatlanmış olmaktadır. Buna bağlı olarak kadınların
aşağılığa düşmekten kurtuluşu en büyük bir iyiliktir.
Zaten, Onun insan üstü şahsiyetinin büyüklüğünü
kavramak için, maddî meziyetlerin ötesinde sadece isimlerinin
Peygamberin yanında zikredilmesini yeterli bulmaları
bunu açıkça, göstermektedir. Onlar Peygamber hanımlığı
sıfatını mutlu olmaları için kâfi bulmuşlardı. Peygamberimizin
bu hususiyetine ait müfrit kimseler tarafından
uydurulan töhmetin izalesi için hanımlarının Peygamber
hanımlığı sıfatına en büyük meziyet olarak razı olmaları
yeterlidir. Hz. Hatice vefat edinceye kadar en güzel sûret
ve siret içinde yaşadılar. Ölümünden sonra O’na karşı görevlerini
yerine getirdi. Evlenmeyi düşünmüyordu. Bu yalnızlığı
sırasında bir ara kendisinin müsaadesi alınmak sûretiyle,
Hz. Aişe’yi teklif ettiler. Aişe henüz Ondan rızasını
sağlayacak herhangi bir söz işitmemişti. Ancak, vefat
Milnn karısını hayır ve övgü lie andığını, hatırasiyle sızla-
(lığını duyuyordu.
A lla h ‘ın Rasulü, hanımları ile g ü z e lliğ i için evlenmemişti.
Kendi ulvî nefsindeki yeğane düşüncesi onları
mihnetten kurtarmak ve çevresindeki kimselerle, yakın ilişkiler
kurmaktan ibaretti. Ancak, bu hanımlar vasıtasiyle,
K u ru la c a k ilişkilerin aynı zamanda bazı faydalan olacaktı
Ç ü n k ü evlilikle çevredeki insanları kazanmak, onlarla
dıaloğ kurmak mümkündü. Buna paralel olarak, kimsesiz
kadınların ızdirabı dinebilirdi. Zaten evlendiği hanımların
çoğu kocalarını kaybetmiş, kimsesiz ve dul kadınlardı. Onlarla,
evlenmek istemeseydi, belki başka alan olmayacakiı.
B ö y le lik le çevresinde muzdarip ve kimsesiz kadınların
/illete düştüğünü görecekti.
Şevde binti Zer’a (Ö.N.B.)’nin Peygamberimizden önceki
kocası amcasının oğlu idi. Habeşistan (Etyopya) hicretinden
döndükten hemen sonra vefat etmişti.
Sevde’nin kocasının ölümünden sonra sığınabileceği
kimsesi yoktu. Ancak ailesine dönebilirdi. Fakat ailesine
dönmesi kendisi için tehlikeli görünüyordu. Çünkü irtidada
sürüklenmeleri veya istemediği ve dengi olmayan birisiyle
evlenmeye zorlamaları mümkündü.
Hint Binti Ebu Ümeyye’nin kocası Abdullah’el-Mahzumî
vefat etmişti. Sevde’nin kocası gibi Onun kocası da
amcasının oğlu idi. Uhud savaşında yara almış fakat bu
yaradan kurtulamıyarak şehit olmuştu. Bu nedenle, Peygambere
mazeretini bildirmiştir. Çünki ihtiyar olduğu için
kendisiyle evlenmiyeceğini sanıyordu. Peygamberimiz Ona
şöyle diyordu : «Musibetin karşısında Allah’tan sevap ve
sana iyilikler vermesini dile
Hafsa Binti Ömer Ibni Hattap’ın kocası da vefat etmişti.
Babası Ömer (R.A.) onunla evlenmeyi Ebu Bekir’e
(R.A.) teklif etti. Fakat Ebu Bekir’den müsbet cevap alamadı.
Daha sonra Hz. Osman’a (R.A.) teklif etti. O da evlenmek
istemedi. Ömer (R.A.) Peygambere teklif etmekten
utanıyordu. Bilhassa arkadaşı Ebu Bekir’in (R.A.) daha
önce müşerref olduğu hısımlığa ihtiras karıştırmak istemiyordu.
Ama, Peygamberimiz ona «Hafsa’yı Ebu Bekir ve
Osman’dan daha hayırlı birisi alır» demişti.
İsrailli Safiyye, Benî Kurayze kabilesi başkanlarmdan
Huyey ibni Antabın kızıdır. Harun (A.S.) torunlarından
olup, Hayberin fethi sırasında kocası öldürülmüş ve kendisi
dul kalmıştı. Peygamberimiz onu ailesine dönmekte,
yada kendileri yanında kalmakta serbest bırakmıştı. Eğer
peygamberimizin benliği o kadar yüce olmasaydı, Onu cariye
olarak yanında bırakabilirdi. Kaldı ki, bunu ileri süren
birisine şöyle demişti : Sen öyle bir söz söyledin ki denize
söylesen onu da mukedder ederdin.
Zeynep Binti Cahş, Peygamberin halasının kızıydı. Daha
önce onu oğulluk olarak kölesi olan Zeyd b. Haris ile
evlendirmişti. Fakat Zeynep, Zeyd’le evlendikten bir müddet
sonra sevmemeğe başladı ve aralarındaki gerginlik g ittikçe
ilerledi. Zeyd bu sürede onun kendini sevmediğini
anladı ve boşamak istedi. Ancak Peygamberimiz ne kadar
evliliğin devamı için öğüt verdi ise de mümkün olmadı. Bu
sebeple Peygamberimiz boşanmalarına karar verdi. Çünkü
ilk defa kendisi evlendirdiği için sorumluluğu vardı. Nihayet
ayrıldılar ve Peygamberimiz kendisine nikâhladı.
Fakat şu noktayı hemen belirtelim ki; Peygamberimiz Zeyneb’i
güzelliği için almamıştır. Çünkü ilk defa evlenmeden
yunu hemen belirtelim ki, onun asıl gayesi uğrunda Dünya
malı görünmüyordu. O ulvî nefsin sahibi, (Arap yarım adalinin
Efendisi) bunu yapmamıştı. Kendisi ve hanımlarının
nasibini düşünmüyor, maişet ve zinete değer vermiyordu.
Hanımlarının sıkıntısı karşısında aylarca onlara süre veriyordu.
Onların en hayırlısı isteğinden, vaz geçenlerdi. Fakat
peygamberin kendi nefsi için kabul ettiği şeyleri ve kıt
yaşantıya onlarda razı oluyorlardı.
Allah Resulünün yuvası dinî ve tarihî kaynaklarda
böyle anlatılır. Ancak bu haberler sadece Allah Resulünün
chl-i beyti tarafından ihdas edilmiş olsaydı, bazı müfrit
kimseler itiraf etmemekte bir dereceye kadar haklı kabul
edilebilirdi. Ama, değil… Misyoner ve İslâm düşmanlarının
İslâm Peygamberi hakkında dizdikleri yalan ve bühtan
kendiliğinden tebarüz etmektedir. Özellikle, Kur’an ayetlerinin
nuzul sebeplerine vakıf olan herkesin bildiği bir konudur.
Onun sîreti asla gizli değildir. Peygamberimizin
içinde bulunduğu şartlar İslâm hakkında az çok bilgi sahibi
olan herkesçe malûmdur. Batı misyonerleri eğer İslâm’ı
biliyorlarsa, onun siretini de, içinde bulunduğu şartlara
göre değerlendirmeleri gerekirdi. Özellikle Ahzap sûresindeki
şu âyeti kerimelerin nuzul sebepleri hakkında
bütün müfessirler müttefiktir. Herhangi bir itiraz asla vakî
olmamıştır. «Ey Peygamber! hanımlarına de k i : Eğer
siz Dünya hayatını, onun zinet ve ihtişamını diliyorsanız,
geliniz size boşanma bedellerini vereyim, hepinizi güzellikle
salıvereyim. Yoksa, Allah’ı, Peygamberini ve âhiret
yurdunu diliyorsanız şüphe yok ki; Allah, sizden güze!
âmeller işleyenler için büyük bir mükâfat hazırlamıştır.»
(1) İftira etmeksizin Hz. Muhammed’in (S.A.V.) hâl ve gidişindeki sınırları incelemek isteyen her misyonerin detaylariyle
bu hâdiselerin tafsilâtına vakıf olmaları gerekir.
Çünkü her dinde sadece inhiraf yapmak isteyen müsteşriklerin
amaçları Peygamberimizin siretini derinliğine incelemek
ve âmellerinin sınırlarını belgelemekse, özellikle bu
konu Kur’an-ı Kerîm’de anlatılmıştır, onu kabul etmeleri
gerekir. Bu hâdiseler İslâm milletlerinin yıllardır araştırdığı
tüm olayların üstünde hiç bir tenakuz bulunmayan yankılardır.
Müslümanlar kendi yurdunda yaşadığı müddetçe,
imaniyle onu bilerek, koruyacaktır. Zira ilmi açıdan hiç bir
gizli ve eksik yanı yoktur. Nesilden nesile hiç bir inhirafa
uğramaksızın bize kadar gelmiştir.
Bir gün, Peygamberimizin aile efradı bir araya gelmişler,
ihtiyaçlarını gidermek için maddî durumlarının yetersiz
olduğundan şikâyetlenerek, bundan böyle Peygamberin
biraz rızık sağlamasını istemişlerdi. Bu arada Allah’ın
Rasülü evine oturmuş, kendi meselelerini düşünüyordu.
O sırada Ebu Bekir çıkageldi ki, izinsiz olarak Peygamberin
evi yanında bir kaç kimsenin oturduğunu gördü.
Eve girer girmez Hz. Ömer’le karşılaştı. Peygamberimizi
hanımları da yanına oturmuş oldukları hâlde düşünceli
bir durumda buldu.
Peygamberimiz hanımlariyle konuşuyor, Ebu Bekir de
dinliyordu. Sonra Onun hanımlarına söylediği bir söz Ebu
Bekir’in çok hoşuna gitti. Sanki Peygamberimizin yanına
oturmuş olan hanımlariyle kendi aracındaki bu konuşmanın
sırlarını biliyordu. Peygamberimize dönerek şöyle dedi
: Ey Allah’ın Rasûlü eğer, kızım Aişe’yi senin yanına
oturmamış, sizden ayrılıp, bana nafaka için diretseydi kalkıp
boynunu kırardım
Peygamberimiz gülerek;
— İşte gördüğün gibi yanıma oturmuşlar benden nalaka
istiyorlar.
Ebu Bekir kalkıp, Aişe’nin Ömer ve Hafsa’nın boyunlarından
tutup, şöyle dediler.
— Siz, Allah Rasûlünün imkânlarında olmayan nafakalar
istiyorsunuz değil mi?
Aişe ve Hafsa (R.A.)
— Hayır! Allah’a yemin ederiz ki; Allah Rasûlü’nün
elinde olmayan rızık ve maişeti asla istemeyiz.
Daha sonra Peygamberimiz hanımlarından bir ay kadar
ayrı kaldı. Tekrar görüştükten sonra, hanımlarının daha
fazla rızık istemeleri karşısında bazılarını serbest bıraktı.
Ya içinde bulundukları duruma razı olup Allah’ı ve
O’nun Resulünü tercih edecek, ya da dünyalığın paylarını
tercih edeceklerdi. İlk olarak karşısına Aişe’yi aldı ve O’na
şöyle dedi :
— Ey Aişe ailenle istişare edinceye kadar acil davranmamanı
arzu ettiğim bir konuyu Sana açmak istiyorum.
Aişe, Peygamberimize dönerek;
— Demek istediğiniz şey nedir. Ya Resûlüllâh? deyin;
Allah’ın Rasûlü sair hanımlariyle beraber kendilerine taallûk
eden meselenin en hayırlısını anlatmıya başladı.
Aişe;
— Benim istişare etmem gereken siz değilmisiniz ya
Rasûlüllah? Üstelik ben Allah ve Rasûlünü diliyor, âhiret
yurdunu Dünya’ya tercih ediyorum.
Müminlerin Öbür anneleri de, Aişe’nin (R.A.) verdiği
cevabı tekrarladılar. Ve bu çıkmaz selâmetle sona erdi.
Bu yuvanın sahibi (o zaman bu mamur âlemin en kudretlisi
kendisi olmasına rağmen) şu iki şıkkın biri olmaksızın
ailesi içindeki müşkülü hâlledememişti. Buna göre, ya hanımlarından
ayrılmak, ya da kendisiyle beraber hanımları
az dahi olsa, bulabildikleri rızıkla yetineceklerdi. O halde,
böyle bir insan hakkında Onun duygusal arzuları ve şeh’-
vanî isteklerine boğulan biri olduğunu söylemek mümkün
mü? Veya bir çok Misyoner ve müsteşriklerin ileri sürdüğü
gibi, Onun risaletle ıslahat, ya da hidayetin dışında
madde dünyasına ilişkin başka başka Meram peşinde olduğu
ileri sürülebilir mi?
Gençliğini eritip ömrünün sonuna kadar başarı için
direnen; fakat hayatında Dünya’ya asla meyletmeyen Peygamberin
risalet amacının maddî ya da siyasî nüfuz sağlamak
için verilmiş mücadele olması mümkün müdür?
Allah’ın Rasûl’ü Arap yarımadasının efendisi olduğuna
göre, hür olsun cariye olsun, en güzel hanımlardan istediğini
seçmekte herkesten daha öncelikli ve kudretli birisi
olarak hanımlariyle, şeh’vanî arzuları ve zevki için mi
evlenmişti? Eğer böyle olsaydı, çevresinde istediği hanımlarla
evlenmiş olması gerekmez midir? Şu kadar da var ki;
seksüel ve duygusal arzularına boğulan bir insan, evlendiği
hanımlarla hem refah ve imkân sağlamak hem de vicdanî
ihlâsa, kâlbi Allah’a ve istikbâli ahirete çağırarak
kendisine uysunlar diye mi evlenir. Çünkü Peygamberin
gayesi İslâm akidesini tebliğ etmekti. Bu hanımlarla cinsel
zevk için evlenmiş olsaydı amacı da maddî olmaz mı idi?
Açık olan gayeleri dışında gizli bir meramı varsa, o hâlde
bu meramı ne idi? Ailesi ve toplumu arasında bir ömür
yaptığı cihet, bu risaletin işareti değil mi? Şayet madde
Dünyası kendisine bu risaletten daha sevimli olsaydı, o
zaman da, yaptığı cihada gerek kalır mı idi? Maddî zevki,
Dünya meta ve kazancına göz koymuş olsaydı, kendi nefsi,
ailesi ve bütün insanlığın meselesini içine alan cihat
yapmaması, özellikle insanların maslahatına uyması gerekmez
miydi? Misyoner kitlesinden hiçbiri, Hz. Muhammed’in
evlilik meselesinde akla yakın olarak, onun şahsına
siyah bir iz, dâvetinin onuruna en küçük bir leke sürebilecek
derecede noksanlık gösterememişlerdir. Şunu belirtelim
ki; bu konuda ileri sürdükleri bilgiler, belgelere dayanmadığı
gibi, Onun çağrısındaki sadakati ve risaletindeki
gayesini çürütecek bir delil asla ileri sürememişlerdir.
Eğer bu misyonerler, kendi çağrılarını dinleyen kimselerin
cehaletine sığınmamış olsaydılar; evlilik meselesinde
özellikle bu konudaki çalışmalarının büyük bir kısmını
kapsayan görüşleriyle arbede çıkarmak ve teşhir etmek
yerine dillerini çoktan yutmuş olacaklardı.
Peygamberimizin hususiyetlerine ilişkin son söz olarak
diyebiliriz ki; bu özellikler insanın seksüel arzusu ve
hayâllerinin tatmin olması cihetinden kadınları aldatma ve
sorumsuz sömürü kuvvelerine taallûk eden bir imtiyaz değildir.
Ancak, Onun ruh dünyasına vahyedilen iman ve ahlâk
sayesinde kadınları koruma ve atıfet göstermek için,
Kur’an hükümlerinin kaynağından gelen başka bir âyettir.