insan hayatının her dönemi bir denizin farklı hallerini gösteren tablolar halinde temsil edilseydi ergenlik çağının resmi, öfkeli bir deniz olurdu. Azgın dalgalar, kara bulutlar, ürkütücü bir fırtına… Ergenlik çağı ile iletişim, böyle bir denizde tekneyi batırmadan sakin sulara ulaştıracak bir ustalık ister. Ergenlik çağı, çocuğun tatlı uykusundan kavgalara uyandığı bir dönemdir. “Ben kimim? Kim olmalıyım?” sorularına huzur bulabileceği çabuk ve net cevaplar araması, bulabildiği cevapların varlığında taşıdıkları ile çelişmesi, “güzelim, çirkinim, kuvvetliyim, zayıfım, cesurum, korkağım” gibi iç hesaplaşma zemininde kendini ikna çabalan, ergenlik çağı çocuğunda büyük çatışma meydana getirir. O, bir çocuğun sükuneti ile bir yetişkinin davranışları arasında nefes nefese koşturur durur. Zaten artık bir çocuk değildir… ilk gençlik çağının kapısından fırtına gibi girmiştir ve şimdi esip gürlemektedir. Onun bize şöyle seslendiğini duymadan onunla doğru bir iletişim kuramazsınız: “Ben size beni yalnız bırakın diyeceğim. Siz beni yalnız
bırakın ama yalnız bırakmayın