On sekizinci asır hekim, hattat ve astronomi âlimlerinden. İsmi Abbâs Vesim bin Abdurrahmân bin Abdullah’tır. Zamânında Kambur Vesim Efendi ve Derviş Abbâs Tabib isimleriyle meşhur oldu. On yedinci asrın sonlarında doğan ve küçük yaşta ilim tahsiline başlayan Abbâs Vesim, Bursalı Tabîb-i sultânı Ali Efendi ile onun hocası tabib Ömer Şifâî Efendi’den tıp; Yanyalı Esad Efendi’den hikmet ve Farsça; Ahmed Mısrî’den astronomi ve astroloji; hekimbaşı, kazasker ve ta’lik üstâdı Kâtibzâde Mehmed Refiî Efendi’den tıp ve ta’lik yazı öğrendi. Galata’da oturan batılı hekimlerle münâsebet kurarak Latince ve Fransızca öğrendi. Bâzı İtalyanca tıp metinlerini Türkçe’ye tercüme ettirerek Avrupa’daki gelişmeleri tâkib etti.
Abbâs Vesim Efendi’nin zekâsının kuvvetini,kabiliyetini ve açık fikirli olmasını bütün hocaları takdir ederdi. Bir ara tahsil maksadıyla Hicaz, Şam ve Mısır’a gitti. Bir çok İlmî araştırmalarda bulundu ve tıp alanındaki bilgisini geliştirdi. İstanbul’a dönüşünde, Sultan Selim Câmii civarında bir eczâhâne ve muayenehâne açtı. Düstûr-ül-Vesim adlı eserinin sonunda belirttiği gibi, İstanbul’da kırk sene tabiblik yapması, bilgisinin artmasına sebeb oldu. Abbâs Vesim Efendi aynı zamânda tasavvuf yolunda da ilim ve edeb öğrendi. Halvetî ve Kâdirî tarikatlarına mensub olup, son şeyhi Nakşibendiyye yolunun büyüklerinden Muhammed Emin Tokâdî’dir. Abbâs Vesim Efendi, Arab, Fars, eski Yunan ve Latin lisanlarını yazı yazacak kadar bilirdi. Bâzı kaynaklar, onun 1762 senesinde vefât ettiğini yazıyorsa da, 1760’da vefât ettiği kesinlik kazanmıştır. Kabri, Edirnekapı dışındaki mezarlıktadır. Abbâs Vesim Efendi, Osmanlı tababetini tekâmüle doğru götürmekte büyük rol oynamış değerli bir zâttır. Tıp alanında şahsî tecrübeleri çoktur. Verem hakkında önemli tedkîkâtı, mikrop hakkındaki görüşleri ve en son keşiflere yakın mütâlaaları vardır. Etiolojiye önem veren, tedavinin semptomatik olmasının gereğine inanmış iyi bir klinikçidir. Tıbbı iyice anlıyabilmek için fizik, mekanik ve tecrübî kimyâyı bilmenin gerekli olduğunu savunmuştur. Bu konuda Tıbb-ı Cedîd-i Kimyevî adlı bir eser de yazmıştır. Ayrıca deontolojinin gelişmesine ve uygulanma şekline yön vermiştir, İbn-i Sînâ gibi eski tabiblerin eserlerinden ve kendi hocalarından öğrendiklerini toplamış; İstanbul’a gelen bâzı yabancı tabiblerle de görüşerek, AvrupalI tabiblerin eserlerinden ve batı metotundan istifâde etmiştir. Bunun neticesinde şöhretine sebeb olan Düstûr-ül- Vesîm fî Tıbb-il Cedid vel- Kadîm adlı eserini yazmıştır. Doğu ve batı tıbbim
karşılaştıran ve mükemmel bir külliyat olan bu eser, tıp târihimiz bakımından çok önemli sayılır. İki cild ve 2083 sayfadan ibaret olan bu büyük
eser, tıbda bilinmesi lâzım olan kânunları anlatan bir önsözle başlar. Birinci bölümde baştan sona kadar, organ hastalıları; ikinci bölümde kadın ve çocuk hastalıkları; üçüncü bölümde şişler ve ülserler; dördüncü bölümde basit ve bileşik ilâçlar anlatılmaktadır. Son sözde ise hekimlere nasihatler verilmiştir. 1748 yılında yazdığı eserin üç nüshasından biri Bâyezîd, ikisi de Râgıp Paşa Kütüphânesi’ndedir Abbâs Vesim Efendi’nin
tıbba dâir diğer bir eseri de Vesîlet-ül-Metâlib fî ilm-it-Terâkib’dir. Kısmen tercüme sayılır. Asıl yazarı Macar Gorgios’tur. İlâçlar hakkında mühim bir eserdir. Ayrıca kendisinin tecrübe ettiği ilâçlardan da bahsetmiştir. Abbâs Vesim Efendi’nin
ikinci önemli eseri Nehc-ül-Bülûg fî şerhi Zîc-i Uluğ’dur. Sultan
İkinci Mahmûd Han’a takdim edilen eser, Uluğ Bey Zîc’inin Türkçe şerhidir. Önsözünden anlaşıldığına göre hocası Ahmed
Mısrî’nin, Uluğ Bey Zîc’ini Türkçe’ye tercüme etmenin; Farsça’ya vâkıf olmayanlar için bir ihtiyaç teşkil ettiğini söyleyerek, bu vazifeyi kendisine vermesi üzerine bu eseri te’life başlamıştır. Verdiği Nehc-ül-Bülûg ismi, ebced hesabı ile te’lif târihi olan 1745 (H. 1158)’igöstermektedir . Açık Abbas Vesim Efendi’nin “Nehcül- Bülûg fi şerhi Zic-i Uluğ” isimli eserinin ilk sayfası Türkçe ile yazılmıştır. Bütün tatbîkâta âit misâlleri İstanbul arz ve tûl’üne göre kendisi tertib etmiştir. Eski Türk takvimini incelemiş ve metinde olmayan İbrânî ve Rûmî takvimlerini ilâve etmiştir. Bir derecenin sinüsünü bulmakta Uluğ Bey’in târif ettiği Gıyâsüddîn Cemşîd’e
âit usûlü çok güzel îzâh etmiş ve tatbikatı birer birer târif ve tâkib ederek 6 derecenin kirişine kadar yürütmüş, geri kalanını yalnız ifâde etmekle yetinmiştir. Ahkâm-ı nücûma çok meraklı bulunduğu ve bütün esaslarına vâkıf olduğu, Zîc’de bu konuya ayrılan kısmın şerhinde fazlaca îzâhat vermesinden anlaşılmaktadır. Bu eserin yazma nüshaları Bâyezîd Kütüphanesi, numara 4646’da ve Kandilli Rasathânesi Kütüphanesi , numara 247/1’de kayıtlıdır. Ayrıca astronomi ile ilgili iki eseri daha vardır. Bunlardan başka şiirlerinin toplandığı mürettepDîvân’ı ve Risâlet-ül-vefk adlı eseri vardır. Dîvân’ı,