Ashab-ı Kehf’in Yaptığı Dua ve Bu Duanın Fazileti.
Ashab-ı Kehf Mağarada Şöyle Dua Etmişlerdi
Kur’an kıssalarında hepimiz kendimize ait bir hikâye bulabiliriz. Hatta bu kıssalar tamamen bizi anlatıyor da olabilir. Kur’an-ı Kerim bizleri bu dünyada kendi hikâyemizi yazmaya çağırmaktadır. Çünkü herkes, arkasından bir hikâye bırakarak göçüp gitmiştir. Bizlerin de anlaşılır ve değer verilir bir öyküsü olmalıdır.
Kur’an’ı ve Rasûl-i Ekrem’i (sas) çok iyi anlamak gerekmektedir. Bunların ışığında bir hayatı inşa ederek, hayat hikâyemizi Rabbimiz katında ve insanların yanında anılmaya değer hale getirebiliriz. İnsanlardan gezmeleri ve daha önceki kavimler hakkında bilgi edinmeleri istenmiştir.
Yaşayacakları ömrü nasıl değerlendirmeleri gerektiği konusunda fikir vermesi açısından bu çok önemlidir. Allah’ın kullarına muamelesi, esas itibarıyla merhamet, iyilik ve lütuf temelleri üzerine şekillenir. Ancak kendilerini bu temellerden yoksun bırakanlar, adalet gereği cezaya çarptırılırlar.
Dünya ve ahiret birbirini takip eden iki hayattır. Birinde imtihan edilir, diğerinde karşılığını alırız. Dünya-ahiret dengesini iyi kurmak zorundayız. Yalnız biri tercih edilerek yaşanamaz. Bu dengenin güzel olması için Yüce Kur’an’ın bize takdim ettiği kıssalardan Ashab-ı Kehf’i açıklamaya çalışacağız.
Ashab-ı Kehf’in kıssası Kur’an’da anlatılan en güzel kıssalardan birisidir. Fakat insanların ibret nazarıyla bakması gereken bu hadise efsaneleştirilmek suretiyle hakikatten soyutlanmış ve hayatın dışına atılmaya çalışılmıştır.
Kelam-ı Kadim, bu konunun gerekli olan kısımlarını Kehf Sûresi’nde açıklamaktadır. Bu kıssa aynı zamanda sûreye isim de olmuştur. “Kehf” kelimesi geniş mağara ve dağların içindeki dehliz manasına gelir.
Ashab-ı Kehf’in hikâyesiyle ilgili “Ey Muhammed! Garipliğine rağmen, Ashab-ı Kehf kıssasının sakın Allah’ın en harikulade mucizesi olduğunu sanma. Bu kâinat sayfalarında, Ashab-ı Kehf kıssasından daha harikulade ve garip şeyler vardır.”[1] şeklinde çıkarımlarda bulunulması gerekirken pek çok ayrıntılara girilerek ve doğru olmayan birçok uydurma olay anlatılarak bu kıssa efsaneye dönüştürülmüştür. Kur’an’da anlatılmayan rivayetler, kıssanın özü ve mesajından bizleri uzaklaştırır.
Ashab-ı Kehf’in öyküsü sıra dışı ama yaşanmış bir öyküdür. Ayetlerde Kehf’in gençleri, zalim hükümdara ve yoldan çıkmış topluma karşı hem imanlarını ilan etmişler hem de onları Hakk’a çağırarak cihadın en üstününü gerçekleştirmişlerdir.
Ölüm kokan bir tavrın içinde hakkı haykırmak, sağlam ve sahih bir imanın eseri olarak ortaya çıkar. O gençler, Allah’a kulluğu yasaklayan ve her türlü zulmü ortaya koymaktan çekinmeyen zalimlere karşı Rablerine şöyle sığınmışlardı: “Rabbimiz! Bize tarafından rahmet ver ve bizi şu içinde bulunduğumuz zor ve sıkıntılı durumumuzdan kurtar.” (Kehf 10) Bu duanın ardından gençler sarayı terk ederek mağaraya sığındılar. Allah Teâlâ onların dualarını kabul etmiş ve Kur’an-ı Kerim’de bu durumu şöyle ifade etmiştir:
“Biz de o mağarada onların kulaklarına nice yıllar perde koyduk (Yıllar sürecek derin bir uykuya daldırdık.). Sonra da iki gruptan hangisinin kaldıkları müddeti daha iyi hesap edeceğini görelim diye onları uyandırdık.” (Kehf 11-12) Buradan, ortaya çıkan hakikat şudur: Kâinat kör tesadüflerden ibaret olmayıp bütün bu olaylarda ve hatta bir yaprağın dalından düşmesinde bile ilahi kudretin izni vardır. Ashab-ı Kehf’in mağarada kalış süresinin ne kadar olduğu, kıssanın amacına yönelik bir özellik taşımaz. Buradaki iki grubun kimler olduğu da önemli değildir. Önemli olan her şeyin hakikatinin Allah katında olduğunun bilinmesidir. İnsanın amaç dışına kayması, işte böylesi teferruatlarla uğraşmasından kaynaklanmaktadır.
Kıssa nasıl ve niçin anlatılır? Rabbimiz nasıllığını şöyle anlatır: “Biz sana onların başından geçenleri gerçek olarak anlatıyoruz. Hakikat de onlar Rablerine inanmış gençlerdi. Biz de onların hidayetini artırdık.” (Kehf 13) Nedenine gelince onların kalpleri niçin metin kılındı? Bizler kendimiz için buradan bir çıkış bulabiliriz. Varlığımız Allah’a kulluk içindir. Bu kulluk her zaman ve mekânda net bir şekilde ortaya konulmalıdır. Şartlar ne olursa olsun. Çünkü bu yiğit gençler zalim kralın karşısında kıyam ederek şöyle dediler: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbi’dir. Biz ondan başkasına asla tanrı demeyiz. Yoksa cidden saçma konuşmuş oluruz.”( Kehf 14)
Zalim kralın karşısında Hakkı haykıran gençler zulme boyun eğen kavimlerine yönelerek şöyle dediler: “Şu bizim kavmimiz Allah’tan başka ilahlar edindiler. Bari bu tanrılar konusunda açık bir delil getirseydiler ya! Allah’a ortak koşmak suretiyle iftira edenden daha zalim kim vardır?”( Kehf 15)
O gençler, kralın karşısında imanlarını açıkça dile getirip putperestliğe meydan okumalarından dolayı zalim kralın onları taşlatarak öldürtmesinden veya işkenceye tutarak dinlerinden döndüreceğinden endişe etmişlerdi. (Kehf 20) İçlerinden biri şöyle dedi: Madem onları ve Allah’tan başka taptıkları sahte ilahlarını terk ediyoruz, öyleyse dağlara çekilip bir mağaraya saklanalım ki, Rabbimiz bize rahmet kapılarını açsın ve müminlerin sayısını artırıp, iman cephesini güçlendirerek, bu mücadelemizde bize bir dayanak hazırlasın. Daha sonra onlar mağaraya yöneldiler, yanlarına takılan bir de köpek vardı. Bu hayvan, vefa göstererek bu iyilerin bekçisi oldu. Allah, onlara mağarada bir uyku verdi. Ve uzun zaman sürecek bir uykuya daldılar.(Kehf 16)
Onların ne kadar zaman mağarada kaldığını tartışmak örneklik adına hiçbir fayda sağlamaz. Burada sürenin uzunluğunu idrak edip Rabbimizin kudretini görmek gerekir.(Kehf 25) Ayrıca mağaradaki uzun süren uykularının nasıl geçtiği konusu da anlatılmıştır: Gerek güneşin onlara dokunmaması gerekse sağa ve sola çevrilip hareket ettirilmeleri suretiyle çürümekten, çekirgelerin onları yemelerinden korunmuşlardır. (Kehf 17-18) Bu arada köpekleri, mağaranın girişinde ön ayaklarını uzatıp uyuyarak dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı bir emniyet oluşturmuştur.
Bu güzel gençler, uykularından uyandıktan sonra mağarada ne kadar uyuduklarını birbirlerine sordular. Kimisi bir gün, kimisi de bir günden daha az kaldığını düşünüyordu. Kendi uykularıyla ilgili bu konuda tartışmayı sürdürmek yerine Allah’ın bunu daha iyi bileceğini söyleyerek sonucu Rablerine havale etme güzelliğini gösterdiler. (Kehf 19) İçlerinden birini gümüş paralarla şehre yolladılar. O’na, temiz yiyeceklerden seçip biraz erzak getirmesini ve çok dikkatli davranarak burada saklandıklarını kimseye sezdirmemesini tembih ettiler.
Bu gençlerin diriliş gayesini Rabbimiz bize şöyle haber verir: “İşte böylece, onların yaşadıkları bu ibret verici olayın tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmasını sağladık ki, uzun yıllar süren bir ölüm uykusunun ardından yeniden dirilen bu gençleri gören, duyan insanlar Allah’ın vaadinin gerçek olduğunu, kıyametin gelip çatacağında asla şüphe olmadığını kesin olarak bilsinler.” (Kehf 21)
Ashab-ı Kehf’in durumunu fark eden insanlar, kendi aralarında onların durumunu tartışmaya başladılar. İçlerinden bazıları, “Hayatın tümünü onlar üzerine bina edelim. Her şeyde onları örnek alalım, onlar gibi yaşayalım. İbadet ve itaatlerimizde; insan, eşya ve ihtiyaç anlayışımızda; hatta baş kaldırma ve isyanımızda hep onlara dayanalım.” dediler. Oysa onların durumunu Allah daha iyi bilir. Dolayısıyla hayat programında kutsadıklarımıza değil Allah’a dayanmalı, O’nun dediği gibi yaşamalıyız.
Öte yandan topluma hâkim olan egemen güçlere gelince, onlar da: “Hayır biz, onların adına bir mescit, bir secdegâh, bir ziyaretgâh yapalım. Onların adını ziyaret, secde, hürmet ve tazim makamı bir mescid ile yaşatalım. Böylece insanlar ekonomik, sosyal ve siyasal hayatta bizim istediğimiz gibi yaşarlarken, ibadet ihtiyaçlarını da orada, onlarla karşılasınlar.” dediler.
Ashab-ı Kehf’in sayısı hakkında da insanlar tartışmışlardır. Böylesi ayrıntılarda boğulanlar, hakkı ve hakikati görmekte kör olanlardır. Boş şeyler üzerinde kafa yoranlar, gereksiz şeyleri önemserler. Yüce Kur’an bunu şöyle dile getiriyor: “Hiç bilmedikleri bir konuda atıp tutarak, onlar üç kişiydiler, dördüncüleri köpekleriydi, diyecekler yahut ‘Hayır beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi.’ diyecekler. Kimileri de ‘Yedi kişiydiler sekizincileri köpekleriydi.’ diyecekler. Bu gafillere de ki: Onların sayısını en iyi Rabbin bilir. Ve eğer Müslümanlığımıza bir katkı sağlayacak olsaydı, bunu size de bildirirdi. Bu konuda ileri geri konuşanlara aldırmayın, çünkü onların gerçek hayat hikâyesini bilenlerin sayısı çok azdır.” (Kehf 22)
Olayların hangi tarihte olduğu, gençlerin isimleri de zikredilmemektedir. Hadis-i şeriflerde bile zikredilmeyen Ashab-ı Kehf’in isimleri bir takım tefsir ve tarih kitaplarında geniş olarak ele alınmıştır. Ancak bu rivayetlerin, Hıristiyan kaynaklara uyduğu görülmektedir. Köpeklerine Kıtmir ismi de bu kaynaklarda verilmiştir. Hatta bu isimlere teberruken dualar edilmekte, muskalar yazılmakta, tutulan dileklerin bu isimlerin yüzü suyu hürmetine kabul edileceği söylenmektedir. Hâlbuki bu isimler, Kur’an’da geçmediği gibi onların ismi olup olmadığı bile belli değildir. Çünkü sayıları net değil ki isimleri net olsun. Zaman olarak Hz. İsa öncesi mi, yoksa sonrası mı olduğu konusunda görüş ayrılığı vardır. Hangi şeriata bağlı olduğu konusunda da tam bir netlik yoktur.
Ashab-ı Kehf’in kıssasıyla müminlere şu mesajlar verilmektedir:
1) İman – küfür mücadelesi öteden beri hep vardır.
2) Her şeyi yoktan var eden Allah, insanları öldükten sonra yeniden diriltmeye muktedirdir.
3) Allah’ın hiçbir şeyden gafil olmadığını, hatta uyuttuğu bu gençleri her gün çürümesinler diye çevirip döndürdüğünü bilmek, kudret ve gücünün ne büyük olduğunu anlamaya yeter. Sözün özü, Allah sadece hayatımıza ve uyanıklığımıza değil uykumuza ve ölümümüze de müdahildir.
4) Zaman izafi bir kavramdır. Bizlere çok uzun gibi gelen, O’na hiçtir. Hiçlikten bizi varlığa çıkaran O’dur. Tekrar hiçlikle birlikte var edecek olan da O’dur.
5) Allah’ın bir tabiat kanunu ile sınırlı olduğunu düşünmek tamamen yanlıştır. Çünkü O, genel tecrübelere aykırı bile görünse, dilediği her şeyi yapmaya kadirdir.
6) Zorlu anlarda İslam’ı anlatma işini öncelikle gençler yüklenmelidir. Buna başkaları tahammül edemeyebilirler.
7) Hiçbir yüce dava, bir çile dönemi ve bu çileyi üstlenenler olmadan gelişip yaşayamaz. Bu çilede özellikle hicret ve yurdunu terk etme fedakârlığı bulunmalıdır.
8) Gerçek mümin, hiçbir şekilde haktan dönmemeli ve batıl önünde boyun eğmemelidir. Dış şartlar ne kadar kötü görünse de maddi araçlara değil sadece Allah’a güvenip dayanmalı ve doğru yoldan gitmelidir.
9) Cahiller teferruatta boğulurlar, hakikati görmekten uzaktırlar. Onlar sayılara, yerlere ve ayrıntılara takılırlar ve bu ayetleri amaçlarından saptırırlar.
10) İnsanlığın tek sığınağı O’dur. Ona sığınanlar asla mahcup olmazlar. İman-küfür mücadelesinde samimiyetle iman edip inançlarının gereğini yaşayanları Allah Teâlâ mutlaka başarıya ulaştırır.
11) Dar sınırlar çok çabuk kalkar ortadan. Katı duvarlar çabucak erir. İnsanın içini sıkan yalnızlık birden bire bir incelik kazanır ve bir de bakarsınız ki her yanda rahmet, her yanda huzur, her yanda rahat… İşte iman budur.[2]
[1] – es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsîr, III/426.
[2] Seyyid Kutup, Fî Zılâli’l-Kur’an, Dünya y. VII/96.