Tarih süreci içinde, İsrail oğullarının dinî statülerinden
sonra gelen en büyük dinî kaynak Hıristiyanlık olmuştur.
Hıristiyanlık sosyal hükümler açısından pek ileri gidememiştir.
Çünkü kanunlarla yıpratılmış bir çevrede doğmuştu.
Kanunların pekiştirilmesi, tabiî geleneklerin, dikta
ve çığırıyla önüne sedler çekilmişti. Bölgede bulunan müfrit
ve saldırgan iki toplumun tuzağına düşmüştür. Yer yer
kul evliliğine bazen da ahiret hayatındaki evliliğe ilişkin
hükümlerden bahsetmiştir. Fakat birden fazla evlenmenin
yasaklığına dair hiç bir açık hükme yer vermemiştir. Şunu
hemen belirteyim ki; birden fazla evlilik şeklini yasaklayan
açık bir hüküm bulunamaz. Ancak, tek kadınla evlilik
sûreti sadece din adamları için zaman zaman Pavlosun
diliyle tavsiye edilmişti. Fakat bunun amacı, dünya
yurdundan kaçınan rahiplerin evlenip şerre maruz kalmalarını
önlemek, gücü yetenler için bekârlığın fazilet olduğunu
anlatmaktı. Çünkü Pavlosa göre kadın suçlu ve şeytanın
tuzağı olup, başlıca şer kaynağı idi.
Hıristiyan âleminde birden fazla evlilik; 16. yüzyıla
kadar devam etmiştir. Nitekim Avrupa’da pratik olarak
uygulanmıştı. Milletlerin değişik anlayışlarına Qöre, evlilik
sahasında otoriter biİ9’n Westermarck, Tarihî eserinde
şöyle diyor İrlanda Kralı DİARMAT ın, iki karısı ve
iki cariyesi vardı. Orta Cağlar boyunca istisnasız Frenk
kralları arasında birden fö^la evlilik oldukça yaygındı. Bilhassa,
Şarlman’m iki karısı ve bir çok cariyeleri mevcuttu.
Nitekim d in adamları arasinda birden fazla evlilik müessesesinin
asla reddedilrrıeks’zin kanunlariyle mevcut olduğu
anlaşılmaktadır. Dahö sonra, Filip Of His ve Prusya
Kralı ikinci Frederik Vilyartf Protestan papazlarının muvaffakatiyle
herkesin iki e v le nm e s in i kesin olarak kabul etmişti.
Melanchthon gibi Martin Luther de birinci hanımın
tasarrufunu savunuyordu. LUther, hiç bir reaksiyonla karşılaşmaksızın
birden fazla evlilik hususunda çeşitli münâsebetlerle
İsrar ediyordu. Çünkü, ona göre Allah m emriyle
yasaklanmamıştı. Özelime İbrahim, (A.S.) samimi bir
Hıristiyan olarak birden faZİ° e v lilik te n kaçınmamıştı. Zira
onun da iki karısı vardı. Allah, bazı özel şartlar altında
Tevrat mensubu bir çok din adamlarına bu konuda ırıüsade
etmişti. Öyleyse, onlara uymak isteyen Hıristiyanlar
için de, bulundukları şartları*1 Yahudilerin durumunu andırdığını
açıkça bildikleri zaH1011 aYm evliliği sürdürmeleri
gerekirdi. Zira birden fazla eVİ’l’k düzeni, her zaman hangi
şartlar altında olursa olsu11- boşanmaktan daha hayırlı
idi. Daha sonra aralıksız devam eden otuz yıl savaşlarında
nüfus çoğunluğu kaybolmuştu. 1650 yıllarında imzalanan
Vestefalya anlaşmasında11 hemen sonra, erkek nüfusundaki
kaybı göz önünde Avrupa meclisleri
her erkeğin iki hanımla evlenebilmesine ilişkin kararlar
almıştı. Üstelik bu sırada &azı hıristiyan çevreleri birden
fazla evliliğin gereklerini ^e önemini ilân ediyordu.1531 yılında «Lamadarılar» açıkça bir hıristiyanın bir
kaç kadınla evlenmesini açıklıyordu. Özellikle, «Murimler»
bir kaç kadınla oluşan evliliğin, İlâhî ve Mukaddes bir nizam
olduğunu haykırıyorlardı.»
Batıda teaddüdü zevcat gibi, kölelik ve cariye düzeni
de yaygındı. Ancak, birden fazla evlilik ne kadar yasaklanmışsa,
cariyelerde de o kadar azalma oluyordu. Fakat,
her iki haletin de yasaklanması daha çok geçim şartları
ve yabancı ülkelerden istedikleri kadınları cariye olarak
sağlama güçlüklerine bağlı idi. Özellikle, dinî liderler meşru
hanımın evlilik görevlerini ifa edecek niteliklerden yoksun
ya da nesli kesik olduğu zaman, boşanmayı önlemek
için cariye edinmeyi öğütlüyorlardı. Aziz Augustin’in «İdeal
Evlilik» adını taşıyan kitabının on beşinci babı bu noktaya
işaret eder. Çünkü bir erkek için nesli kesik yada
evlilik ödevlerini yerine getirmekten yoksun olan meşru
hanımını boşamasından çok, cariye edinmesi daha iyidir.
Rasyonalist Ansiklopedi de, buna işaret eder. Ve bir
den fazla evlilik kurumuna temas ederek şu noktaya yer
verir. Büyük hukukçu Grotius, son devre ait hukuk uzmanlarını
eleştirirken, birden fazla evliliğe karşı olanlara çatar
ve şöyle der : Eskiler birden fazla evlenebilme ilkelerini
kabul edip, yerine göre de uyguladıkları zaman, bir görevi
yerine getiriyorlardı. Yoksa, sadece cismin isteklerine kul
olmuyorlardı.
VVestermarck ise, Modern cemiyetlerde aile gerçekliğine
ilişkin problemler tezahür edip durdukça, tekrar tekrar
evlilik meselesini gözden geçirir, fakat Batı kanunlarında
birden fazla evlilik kurumu yasaklandığı hâlde ortadan
büsbütün kalkmadığını görür. Ve kendi kendine, adı
uoçen eserinde şöyle so ruyor: Bir hanımla kurulu evlilik,
ovlılik nizamının son şekli midir? Bilhassa, istikbâlde de
aynı kalacak mıdır?
Sonra, bunları tekrar kendisi cevaplandırıp diyor k i :
Hu soruları muhtelif görüşlerle cevaplandırıyorum. Zira
Spenser, tek evliliği, evlilik nizamının son şekli olarak göı
arken buradaki her değişimin bu sonuca götüreceğini
söyler. Buna karşıt olarak, Dr. Le Bon; Avrupa kanunlarının
yakın bir gelecekte birden fazla evliliği kabul edeceğine
inanır.Profesör Ahrenfel ise «Ari Nesli»nin korunması
için birden fazla evlilik düzeninin kesin olarak, kabul edilmesini
savunur. Son olarak, VVestermack bir hanımla oluşan
evlilik, el verdiği nispette; bu yönü tercih eder.
İslâm’dan önceki evlilik düzeni budur. Görüldüğü gibi,
bu düzen şiddetle tashih ve tanzime muhtaçtır. Evliliğin,
eşitlik ve reformu ancak mutlak serbestiye mâni ve erkeği,
kadını ve tüm cemiyeti irade kalıbından uzak, ortam ve
şartlara sevk eden zaruretleri gözden ırak tutmaksızın,
seviyeli bir sisteme ışık tutan kanunların inhisarındandır.
Özellikle bu zaruretler ister az, ister ki sık sık görülse dahi,
ruhî hayatında olduğu gibi, dünya hayatında da insanlığın
muhasebesini yayıp, maslahatını değerlendiren şeriatın
onu ihmâl etmesi mümkün değildir.
İşte, beklenen bu reformu en sağlam hayatî suretiyle
İslâm getirmiştir.
İslâm, birden fazla evliliği beşeriyette ne ilk defa olarak
tesis etmiş, ne de herkes için dinî bir emir telâkkî etmiştir.
Ancak evlilik düzenine mübah bir hüküm olarak,
almıştır. Bir hanımla oluşan evliliğin fazilete yakın olduğunu
göstermiştir. Birden fazla evliliği, evliliğin tabiî ve
meşru amaçlarını kaybettiren sapkınlık, bekârlık ve nesli
kesiklik gibi, bazı tavırların tezahürü karşısında kabul etmiştir.
Erkek ve kadın cinsi arasındaki cemiyet nisbetinin
bozulduğu zaman, bazı kadınlar ya bekâr yaşamak, ya da
zillete düşmek, mecburiyetinde kalmaktadır.
Birden fazla evlilik, kadın iradesi için baskı değildir.
Üstelik biz buna şu hususu da, ilâve edebiliriz ki; evlilik
kurumunda İslâm şeriatını eleştiren kimselerin geveleyip
durduğu kadın özgürlüğü, ancak teaddüdü zevcat sayesinde
korunur. Çünkü kadın hürriyetine mâni değildir.
Teaddüdü zevcat hükmünü kabul etmekle kadınlar istemediği
erkeklerle evlenmeğe zorlanmış olmamaktadır. Ama
zaruretler,kadını evli bir erkekle izdivaçla, bekârlık arasındaki
tercihe mecbur ettiği zaman, birden fazla evlilik
yasağı kadın özgürlüğünü asla kısıtlamaz. Oysa ki, kadının
tabiatı ona yaşantısını müstakil olarak sürdürmesine
el vermez. Bekârlık, kadını fakru zarurete sevkeder.
Kur’an-ı Kerim’de birden fazla evlenebilme şartı, hanımlar
arasında eşit muamele etmektir.
«Eğer, yetim kızlar hakkında adâleti yerine getiremiyeceğinizden
korkuyorsanız, sizin için helâl olan diğer
kadınlardan ikişer, üçer ve dörder olmak üzere nikâh
edin…» (1)
Ama, Kur’an-ı Kerîm; insan tabiatına bu eşitliği çok
görmüş, ilk adımda güçlükle karşılaşacağını belirtmiştir.
«Kadınlar arasında adâleti tatbik etmeye ne kadar çaba
gösterseniz de, asla güç yetiremezsiniz.» (2)Bu adedin dörtle sınırlanması, şeriattaki nasların teshilini
inceleyen kimselerin itirazına meydan ve re ce ğ in i
/annedemeyiz. Çünkü bir şeyi sınırlandırmak belli bir noklada
durmayı gerektirir. Askerlikte, bir bölükteki nefer sayısının
yüz olmasını gerektiren bir sebep olmadığı gibi,
doksan dokuz veya yüz bir olması da gerekmez. Öyleyse
bu sebebi kendisi için infazda her hangi bir fark bulunmaksızın
sayının bundan daha çok veya az olması, muteberdir.
Sınavda başarı derecesinin elli olmasını iktiza
eden her hangi bir neden, mevcut değil; bir misalde olduğu
gibi, bu sayıyı kırk veya altmış yapmaya da gerek yo k tur,
belli bir noktada durmak gerekmektedir. Ancak, bu sınırlama
gösterilen sayının istenen gayeye en yakın olmasını
iktiza etmelidir.
Erkeklere nisbetle kadın sayısının bu sınırın iki veya
daha ileri olması için lütuf değildir. Çünkü, hanım sayısının
keyfiyeti ne olursa olsun, bütün erkekler evliliğin yüklediği
ödevler karşısında başarı ve kudret bakımından bir
birine asla eşit değildir. Kimi erkek, bir evliliğin ödevlerini
yerine getirmekten aciz olur, kimi de çok kadınla evliliği
başarıyla yürütebilir. Bu kudrete göre, her erkeğin mevcut
sınırı koruyan önemli işleri yürütebileceği belirlenmiş olamaz.
Öyleyse bir veya iki hanımla evliliğin teklifleri karşısında
aciz olan bir adama göre; üç yada dört evliliğin yüklediği
ödevleri rahatça yerine getiren başka bir erkeğin
durumu arasındaki ölçünün önemi, kaçınılmaz bir muhasebedir.
Evliliğin rasyonal bir sınıra varması zorunlu ise,
makul sınırlamanın ulaştığı muvazene işte, budur.
Sınır koymakla beraber, İslâm hukukunun ölçüsü, hürriyetle
mecburiyet arasındaki ideal çizgileri göstermektir
konulardaki cemiyetin şartlarına yabancı kalmak mümkün
değildir. Çünkü Kur’an hükümlerinin cemiyetle dinin önemli
araçlarını telif yolunda açık ve tam bir şeriatı vardır.
Sözlerimizi bitirmeden önce şunu belirtelim ki; bu konuda
her zaman ihtiyarî ya da zorunlu evlilik açısından erkek
ve kadınların kabul ettiği meşru haklar üzerinde durduk.
Geriye, kadınlara ait ittifak kabul edilen nazik bir hakkın
açıklanmasiyle bitirmemiz kaldı. Fakat, onu bu hakların
hülâsa edilmesinden sonraya bırakıyoruz. Çünkü bu
haklarla muvazeneli olup, tamamiyle evlilik akdinin kesinlik
kazandığı sırada, kadın özgürlüğüne ait bir husustur.
Buna göre, kadınlar evlendirilmeye zorlandığı ya da kendisine
bilgi verilmeden evlilik işlemi yapıldığı zaman mahkemeye
başvurup böyle bir evliliği ibtâl ettirebilir. Çünkü
bir hâdisi şerifte «Evlilikte, dul kadınlar, velilerinden daha
yetkilidirler. Kızlarla müşavere edilir, rızaları sükût etmeleridir
buyrulduğu gibi. Başka bir hâdisi şerifte «kendisiyle
istişare edilmeden dul, izni alınmadıkça, kızlar nikâh
edilemez» buyurulur.
Peygamberimiz (A.S.), Babası tarafından zorlanarak
evlendirilen bir kızın, nikâh akdini ibtâl etmiştir. Adam kızı
yabancılara vermemek için zorla kardeşinin oğluna nikâhlamıştı.
Daha sonra durum Peygamberimize açıldığında
onu Vanına çağırmış, bütün yetkiyi kıza bırakmıştır. Ancak
kız, Peygamberimize şu ifadeyi vermişti. «Babamın yaptığı
işi ben tasvip ediyordum. Ama kadınların evliliği hususunda
yetkinin sadece babalara ait olup olmadığını öğrenmek
istedim.»
Kendi tasvipleri alınmadan evlenmeye zorlanarak, akdedilen
nikâh hakkında kadınlar şikâyetçi oldukları zaman
Peygamberimizin yaptığı gibi hâlifeler de böyle iradeye
hitap etmeyen evliliği feshetmişlerdir. Üstelik kadınların
evlilik hayatına geçmelerinden sonra baş gösteren nefret
ve sevgisizlik hâlinde bile nikâhın feshine karar verilmiştir.
Nitekim boşanma bölümünde örnekleri görülecektir.
Evlilik aktine taallûk eden son sözümüzü de kadınlar
için söyleyecek olursak : Kaynağı beşerî düşünce ürünü
olan sosyal kanunlar, yeteneksiz kimseler gibi kadınların
tasarrufuna mânî olduğu zaman, kendisi ve ailesi için gönül
rahatlığına kavuştuğu özgürlük ve maslahatına tahakküm
etmiş olmaktadır diyebiliriz.