Mâliki yevmiddîni, yâ mukallibel kulûbi vel ebsâri, ecib yâ Allâh, alâ en tusahharalî kulûbel mahlûkâtir-rûhâniyyâti minel ul- viyyâti vessüfliyyâti, semîan mutîan, bi hakki Mâliki yevmiddîni, ve bi hakki mukallibel kulûbi vel ebsâri, ve bihakkil meliki taykelin el müek- kele bi kavâimil arşiyyeti.
“Kıyamet gününün sahibi, ey kalpleri ve gözleri döndüren Allah’ım duama icabet et. Ey Allah’ım, ulvi ve süfli, ruhani mahlûkatım kalplerini işitmek ve itaat etmek üzere bana döndür, emrime ram (boyun eğmiş) ettir. Kıyamet gününün maliki hakkı için, kalpleri ve gözleri döndürenin hakkı için, Arş-ı Âlâ’nın direklerini taşıyan meleklerin hakkı için ve bunların hakiki sahibi hakkı için arzumu kabul eyle, dileğimi yerine getir,”
Bu sıralanan dualar, Fatiha-i Şerifin içerisinden birer ve ikişer cümle alınarak Hakk’a sığınmak ve bilhassa ruhani mahlûkat üzerine vekil (müekkel) olmak ve onları emre ram (tâbi) etmek için yapılan dua serisidir. Müellif Gümüşhaneli Merhum bu dualara çok önem vermiş ve bir dizi halinde beş kadar duayı arka arkaya sıralamıştır.
Görünen insanların dışında, görünmeyen fakat insan ismini alan birçok cin taifesi mevcut olduğu Kuran’la sabittir. Bu görünmeyen cin mahlûkları iki kısma ayrılmaktadır:
Birincisi: Süfli Kısım. İnsanlara zararlı olan ve onların akıl, fikir ve bedenleri üzerine arızalar bırakan ve bırakmaya çalışan zararlı mahlûklardır. Bunlardan kurtulmak için Muavvizeteyn (Felâk-Nâs) surelerini, yani Kul eûzü bi-Rabbil-Felâk ile Kul eûzü bi-Rabbin-Nâs surelerini: kumak lazımdır. Bunlardan kurtuluş ancak bu şekilde mümkün olabilecektir. Bu hususta kaynak kitaplarımızdan Buhâri ve Müslim kitaplarında yeteri kadar malumat vardır.
İkincisi: Ulvi Kısım. Bunlar ruhani ve ulvi, yani ruhen üstün yaradıklardır. Allah’a ve Hz. Peygamber’e inanmışlar ve bağlanmışlardır. Bu hususta Kuran’da gerekli açıklama vardır. Bunlar insanlara zarar değil, iyilik yaparlar; korurlar ve muhafaza ederler.
Sıkıntıdan kurtulmak için bunların ruhaniyetinden yardım istemek ve dizi halinde sıralanan duaları gönül huzuru ile okumak ve bundan fayda beklemek için inanmak gerekmektedir. Ancak bu suretle şifa bulmak mümkün olabilecektir.
Her şeyden önce inanmak şarttır. İnanmadan yapılan duaların geçerliliği yoktur.
İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaînü, yâ Serîu, yâ Karîbü, yâ Ma’bûdü, yâ Müsteânü, ecib yâ Allâh, alâ en tusahharalî kulûbel mahlûkâtir-rûhâniyyâti minel ulviyyâti vessüfliyyâti, semîan mutîan, bi hakki İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn ve bi hakki Serîil Karîbil- Ma’bûdil Müsteâni ve bi hakkil meliki münse’in el-müekkil bi kavâimil arşiyyeti.
“Ancak Sana ibadet eder ve ancak Senden yardım isteriz Allah’ım. Ey süratli, ey her şeye yakın, ey sabreden ve ey yardım eden, duamı kabul et. Ey Allah’ım, ulvi ve süfli olan ruhani mahlûkatın kalplerinin işitmelerini ve bana itaat etmelerini sağla. İyyâke na’büdü ve iyyâke nestaîn ayetinin hakkı için; Seri (Süratli), Karîb (Yakın), Mâbûd ve Müsteân (Yardımcı) isimlerinin hakkı için, Arş-ı Âlâ’nın direklerini ayakta tutan meleklerin hakkı için duamı kabul eyle.”
Bu üçüncü dua hakkında bazı rivayetler vardır. Görünmeyen ruhani mahlûkatın insana bağlı olması temennisinde bulunulmaktadır. Allah’a yalvarılmakta ve Allah’ın kudretiyle bu ruhani mahlukatın Ademoğullarına (Ben-i Âdem’in) emri altına verilmesi istenmektedir. Bu duanın çok manidar oluşu gözden kaçmamaktadır.
Dua ne kadar manalı olursa olsun, onu yapan ağzın da helal lokma yemesi ve küfürlerden uzaklaşması lazımdır.
Nasıl ki, Peygamberim iz’in gömleğini Ubey ismindeki münafık son deminde kefen yapmak için istemiş, fakat o gömlek bir şey sağlayamamış, çünkü iman etmemiş, namazını kıldırmak isteyen Peygamberim iz’e bile ayet indirilmiştir: “Onlardan hiçbir kimsenin namazını asla kılma, kabirlerinde de durma, defni için veya ziyaret için kabrine gitme. Çünkü onlar, Allah’ı ve Peygamberini tanımadılar, fasık olarak öldüler.” (Tevbe, 85) Bu ayet-i kerime, münafıkların reisi olan İbn-i Ubey bin Selül hakkında nazil olmuştur.
Bu hadiseden de anlaşılıyor ki, dua ne kadar manalı olursa olsun, o duayı edenin kalbinin Hakk’a bağlı olması ve gönlünün huzurlu olması lazımdır. Yapacağı duanın mutlaka kabul olunacağına inanması lazımdır. Ancak bu vesile ile meramına kavuşabilecektir.
İhdinessirâtel müstakim, yâ Kâdiru, yâ Muktediru, ecib yâ Allâh, alâ en tusahharalî kulübel mahlûkâtirrûhâniyyâti minel ulviyyâti vessüfliyyâti, semîan mutîan, bihakki ihdinessirâtel müstakime ve bihakkil kâdiril muktediri ve bihakkil meleki kaskurirt’ el müekkeli bikavâimil arşiyyeti.
“Doğru yolu bize ver Allah’ım. Ey kudret sahibi ve her şeyi yapmaya muktedir olan Allah’ım, ruhani mahlûkatın ulvi ve süfli kısmının kalplerini bana muahhar (boyun eğmiş) kıl, emrime ram (tâbi) kıl. Doğru yolu bana verenin hakkı için, onları işitici ve sözlerimi kabul edici kıl. Senin kadir ve muktedir isimlerin hakkı için, Senin Arş-ı Âlâ’nın direklerini ayakta tutan müekkel (vekil) meleklerin hakkı için bu duamı kabul et.”
Bu dördüncü dua da aynı mealde yapılan dualardandır. Burada da ruhani mahlûkların dua yapan kişiye bağlanılması istenilmektedir. Tabii bunların birtakım riyazî amelleri de vardır. Mesela bu duayı yapacak kimsenin az yemesi, az konuşması ve abdestli olduğu bir zamanda bu duaları yapması lazımdır. Ancak bu sebeple arzusu ve dile ği kabul edilebilecektir. Bu duaların her kelimesinde binlerce mana gizlidir. Mecmûatu’l-Ahzab isimli üç cilt kitabın en veciz ve en Seçkin dualarındandır.
Fatiha’nın cümle cümle ayrılmasıyla yapılan bu dualar, hakikaten çok tesirli dualardır. Ve bunlar iç sıkıntısını gideren birer manevi reçete değerindedir.
Ihlas ile okunmaları anında bunlardan şifa görmemek mümkün. Değildir. Ancak Peygamberim iz’in buyurduğu gibi, “Günahsız ağzın yaptığı dua ret olunmaz. ”
Cenabı-ı Hakk’ın yardımı, ruhani ve ulvi mahlûkatın feyizleri ve dua edenin sağlam inancı neticesinde istenen arzu yerine gelebilir.
Sırâtellezîne en’amte aleyhim, yâ Allâhu, yâ Alîmü, yâ Halîmü. yâ Hakîmü. Ecib yâ Allâh, alâ en tüsahharalî kulûbel mahlûkâtir- rûhâniyyâti minel ulviyyâti vessüfliyyâti, semîan, mutîan bihakk: sırâtellezîne en’amte aleyhim ve bihakkıllâhil Alîmi’l-Hakîmil Halîmi ve bihakkil meliki şetehin el müekkeli bikavâimil-arşiyyeti.
“Kendilerine nimet verdiğin ve ihsan ettiğin (nebiler, sıddıklar ve şehitler) kullarına verdiğin şeyleri bize de ver Ey Allah’ım, ey Âlim, ey Halim, ey Hakim. Ey Allah’ım, mahlûkatın ruhani kısmının, ulvi ve süfli tabakasının kalplerini bana çevir, emrime boyun eğdir; Sırâtellezîne en’amte aleyhim ayetinin hakkı için onları bana itaatli ve sözümü dinleyenlerden kıl. Âlim, Hâkim, Halim ve Melik isimlerinin hakkı için, Arş-ı Âlâ’nın direklerini ayakta tutmakla görevli olan meleğin hakkı için duamı kabul eyle, bu mahlukatı bana ram (tâbi) eyle.”
Bu dua seçkin duaların beşincisidir. Kalpleri ve gönülleri feraha kavuşturan duaların sonuncusudur.
Nasıl insan ferahlatıcı bir şurup içer veya bir hap yutar veya bir iğne olur ve ardından bir genişlik görürse, bu duaları arka arkaya okuyan kimsenin, Allah’ın izniyle manevi bir şifaya kavuşacağına şüphe yoktur.
Peygamberimiz, Ezan vakti yaklaştığında Hz. Bilal’e: “Ya Bilal, (Ezan okuyarak) bizi feraha ve rahata kavuştur.” derdi. Yani, Ezan oku da namaza gidelim ve ferahlanalım, demek isterdi.
Nasıl ki namaz ferahlanmaya vesile ise, Ezan ve Kuran veya vaaz dinlemek genişlemeye sebep ise, bu duaları okumak da öylece ferahlanmaya ve neşelenmeye vesiledir.
En büyük şifa kaynağımızın Kuran olduğuna şüphe yoktur. Bu Kuran aynı zamanda bizim ferahlamamızın da bir sembolüdür. Nitekim Cenabı-ı Hak, Yunus Suresi’nde şöyle buyurmaktadır: “De ki: Allah’ın inayetiyle (bağışıyla), rahmetiyle (yani İslam ve Kuran ile) sevinsinler. Bu onların yığdıklarından daha iyidir. ” (Yunus, 58)
İşte manevi sahada ferahlanmamızın baş kaynağı Kuran olduğu gibi, bu dualar da ferahlanmamızın canlı birer araçlarıdır.