İNANCIMIZA göre topraktan yaratıldığımız için, bir çocuk topraktan ne kadar uzak kalırsa kendisine o kadar yabancılaşır. Büyük şehirlerde, çok katlı apartmanlarda, dört duvar arasında sıkışıp kalmış, ayağı toprağa basmayan, bahçelerde ve kırlarda yalınayak koşturmayan, sokakta arkadaşlarıyla
oynamayan çocuklar duygusal ve sosyal yönden gelişemez; soluk benizli, sinirli ve geçimsiz olurlar. Tabiatla tanışmamış, tabiattaki canlı varlıklarla iletişim kurmamış bir çocuk kendi varlığının da bilincine eremez. Çocuk için yeryüzünde gördüğü binlerce canlı çeşidi, gökyüzünde gördüğü sayısız yıldızlar, ay ve güneş sırlarla doludur. Bunların nasıl varlık alemine çıktığını, bu düzenin nasıl kurulduğunu merak etmekte, sorularıyla bizi sıkıştırmaktadır. Çocuğun soruları anlayacağı bir dille cevaplandırılmadığı zaman bu merakı zamanla körelecek, tabiata karşı ilgisiz kalacaktır.
Toprak ve su, hayat demektir. Bu yüzden çocuklar toprakla ve suyla oynamayı çok sever. Bazı anneler üst başları kirlenecek endişesi ile çocukların toprakla oynamalarına izin vermezler. Kimi anneler de çocukların sokağa çıkmasına izin verirken üst başlarını kirletmemelerini, çamurlu sulara basmamalarını sıkı sıkıya tembih ederler. Yağmur yağarken bazı .ninelerin balkondan veya pencereden çocuklarına “Çabuk eve gir, ıslanacaksın!” diye bağırdıklarını duyarız. Yağmurla ıslanan toprağın kokusunu acaba kaç çocuk hissetmiş ve içine çekmiştir? Yağmurdan sonra toprağın yüzüne çıkan solucanları izlemek çocukları çok heyecanlandırır. Araştırmalar çocuklara hayvan korkusunun (zoophobia) özellikle anneler tarafından aşılandığını göstermektedir. Çocuk sokakta gördüğü minik bir kedi veya köpek yavrusuna yaklaşıp okşamak istediğinde anne çığlığı koparır: “Dokunma o pis hayvana!” Annenin acı sesini duyan çocuk korku ile irkilir. Anne: “Sakın dokunma, seni ısırır, mikrop kapar, hasta olursun. Allah korusun, ya bir de kuduzsa…” diyerek olayı iyice dramatize eder, çocuğun korkusunu pekiştirir. Kuduzun öldürücü bir hastalık olduğunu anlatmayı da ihmal etmez.
Zavallı çocuk korkudan titremeye başlar. Gece rüyasında kendisine saldırıp ısıran kedi ve köpek yavruları görür. Çocuklar piknikte veya kır gezmesinde rengarenk açan yaban çiçeklerine, çimenlerin üzerinde yürüyen böceklere, tırtıllara, uçan kelebeklere ve kuşlara büyük ilgi duyarlar. Ancak kuşkucu anneler böceklerin ve çiçeklerin zehirli olabileceği endişesiyle çocukları korkutarak bu ilgiden de mahrum bırakırlar.
Sudan, topraktan, çiçekten, böcekten, evcil hayvanlardan, kısacası tabiattan uzak büyüyen çocuklarda duygusal zeka gelişmez. Bu çocuklara tabiatın güzelliğini, Allah’ın bir sanatı olduğunu anlatmanız çok zordur.
1. Allah’ın İzleri: Tabiatın her bir ayrıntısında, Allah’ın varlığına dair izler bulunmaktadır. Gökyüzündeki muhteşem yıldızlar, renkli çiçekler, dağların yüce zirveleri ve okyanusların sonsuz derinlikleri, bir Yaratıcı’nın varlığını düşündürmektedir. Bu detaylar, tabiatın Allah’ın kudretini yansıtan bir eser olduğunu gösterir.
2. Düzen ve Ahengin Altında Yatan Hikmet: Tabiatın içindeki düzen ve ahengin, tesadüflerle açıklanamayacak kadar karmaşık olduğuna inanan birçok kişi vardır. Mevsimlerin düzeni, bitkilerin büyüme süreçleri ve hayvanların doğadaki rolleri, bir Yaratıcı’nın planlı bir şekilde her şeyi tasarladığını düşündürmektedir.
3. İnsanın Fıtratı ve İlahi Varlık İhtiyacı: Birçok inanç sistemine göre, insanın içsel bir fıtratı vardır ve bu fıtrat, ilahi bir varlığa doğru bir eğilimi içerir. İnsanların içsel olarak bir Yaratıcı’ya yönelmeleri ve doğaya, evrene anlam katmaya çalışmaları, tabiatın Allah’ın varlığını gösteren bir rehber olduğunu düşündürmektedir.
4. Tabiatın Değişmez Kanunları: Tabiat, belirli yasalara tabidir ve bu yasaların bir düzen içinde işlemesi, bir plan ve hikmetin varlığını gösterir. Fiziksel yasaların düzeni, evrende istikrarın ve sürekli bir düzenin olduğunu gösterir. Bu düzenin arkasında ise bir Yaratıcı’nın olduğu düşünülür.
5. İnsanın Sorumluluğu: Birçok inanç sistemine göre, insanlar tabiatın bir parçası olarak, çevreye karşı sorumlulukları olan varlıklardır. Bu sorumluluk, tabiatın bir düzen içinde yaratıldığı ve insanın bu düzen içinde bilinçli bir şekilde hareket etmesi gerektiği inancını güçlendirir.