Yasin Suresi anlamı itibariyle çok derin bir suredir. Gerek mevlüdi şeriflerde gerekse ölmüşlerimiz için sık sık Yasin Suresi’ni okuruz. Peki Yasin Suresi’nin anlamı nedir?
Yasin Suresi Anlamı :
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
(1) Yâsîn.
(2) Hikmet ve hüküm dolu Kur’ân’a yemin olsun.
(3) Kesinlikle sen gönderilen peygamberlerdensin.
(4) Dosdoğru bir yol üzerindesin.
(5) Kur’ân, çok güçlü ve çok merhametli olan Allah tarafından indirilmiştir.
(6) Ataları uyarılmamış, böylece kendileri de gafil kalmış bir kavmi uyarman için indirilmiştir.
(7) Yemin olsun! Onların çoğu üzerine azap hak olmuştur. Onlar îmân etmezler.
(8) Biz gerçekten o müşriklerin boyunlarına çenelerine kadar dayanan demir halkalar geçirdik. Bundan dolayı onların başlan yukarı kalkıktır.
(9) Biz onların önlerine bir set, arkalarına bir set çektik. Gözlerine de perde indirdik, artık görmezler.
(10) O müşrikleri uyarsan da, uyarmasan da onlar için birdir. Onlar îmân etmezler.
(11) Sen, yalnızca Kur’ân’a uyan ve görmediği halde Rahman olan Allah’tan korkan kimseyi uyarabilirsin. îşte böylesini büyük bir mağfiret ve üstün bir mükâfatla müjdele.
(12) ölüleri muhakkak biz diriltiriz. Onların önden göndermiş olduklarını ve bıraktıkları eserleri biz yazarız. Biz her şeyi Levh-i Mahfûz’da tespit edip korumuşuzdur. Rasûlum! Sen müşriklere Antakya halkının örneğini ver. Bir zaman onlara elçiler gelmişti. Onlara iki elçi gönderdiğimiz zaman, ikisini de yalanlamışlardı. Biz de bir üçüncüsü ile onları güçlendirmiştik. Elçilerin üçü de onlara: “Biz size gönderilen elçileriz” dediler.
(15) Şehir halkı: “Siz, bizim gibi insandan başka bir şey değilsiniz. Rahman olan Allah da bize hiçbir şey göndermemiştir. Siz, sadace yalan söylüyorsunuz” dediler.
(16) Elçiler dediler ki: “Rabbimiz size gönderilmiş elçiler olduğumuzu kesinlikle bilir.”
(17) “Bizim görevimiz yalnızca apaçık bir tebliğdir.”
(18) Halk: “Siz bize uğursuzluk getirdiniz. Eğer bu girişiminizden vazgeçmezseniz, elbette sizi taşlayacağız ve acı bir azaba uğratacağız” dediler.
(19) Elçiler dediler ki: “Sizin uğursuzluğunuz kendinizdedir. Öğütlerimiz size uğursuzluk mu getirdi? Hayır! Siz ölçüyü aşan bir toplumsunuz.”
(20) O esnada şehrin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi ve dedi ki: “Ey kavmim! bu elçilere uyun.”
(21) “Sizden hiçbir ücret istemeyen ve doğru yolda olanlara uyun.”
(22) “Hem ben niçin beni yaratan Allah’a kulluk etmeyeyim? Hepiniz yalnızca O’na döndürüleceksiniz.”
(23) “Ben, O’ndan başka ilâhlar edinir miyim hiç? Eğer Rahman olan Allah, bana bir zarar vermek istese, o putların şefaati bana hiçbir fayda vermez. Onlar beni kurtaramazlar.”
(24) “O takdirde ben, kesinlikle apaçık bir sapıklık içinde olurum.”
(25) “Ben, gerçekten sizin Rabbinize îmân ettim. Beni din¬leyin.”
(26) Ona “Cennete gir” denildi. O da dedi ki: “Keşke Kavmim bilseydi”
(27) “Rabbimin beni bağışladığını ve ikram görenlerden kıldığını.”
(28) Biz o adamdan sonra kavmi üzerine gökten bir ordu indirmedik; indirecek de değildik.
(29) Onların cezası sadece bir çığlık oldu. Hepsi de bir anda sönüp gittiler.
(30) Yazıklar olsun şu kullara: Kendilerine peygamber geldikçe, onunla alay ederler.
(31) Onlar, görmediler mi kendilerinden önce nice nesilleri helak ettik? O nesiller bir daha dünyaya dönmeye- çekler.
(32) Onların hepsi toplanıp elbette huzurumuza getirilecektir.
(33) ölü toprak onlar için bir mucizedir. Biz onu dirilttik, ondan dâne çıkarttık, ondan yiyip duruyorlar.
(34) Biz yeryüzünde hurmalardan, üzümlerden bahçeler oluşturduk ve içlerinden pınarlar fışkırttık.
(35) Onun meyvelerinden ve kendi ellerinin yaptıklarından yemeleri için. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
(36) Yerin bitirdiği her şeyden, insanların kendilerinden ve bilmedikleri şeylerden bütün çiftleri yaratan Allah çok yücedir.
(37) Gece de onlar için bir mucizedir. Biz geceden gündüzü çekeriz, onlar da karanlıkta kalırlar.
(38) Güneş de kendi yörüngesinde dönüp durmaktadır. Bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın bir takdiridir.
(39) Ay’a da bir takım duraklar tayin ettik. Ay, sonunda eğri hurma dalı gibi geri döner.
(40) Ne Güneş Ay’a yetişebilir, ne de gece, gündüzü geçebilir. Her biri bir yörünge de yüzmektedir.
(41) Onlar için bir mucize de, zürriyetlerini dolu gemiye yükleyip taşımamızdır.
(42) Onlar için gemi gibi pekçok binilecek şey de yarattık.
(43) Eğer dilersek onları suda boğarız. O zaman ne kendilerine bir yardımcı bulunur, ne de kurtarılırlar.
(44) Yalnız rahmetimizden ve onların bir zamana kadar yaşayıp geçinmelerini istediğimizden biz kurtarırız.
(45) Kâ¬firlere: “Geçmiş ve geleceğinizle ilgili Allah’tan korkun ki belki merhamet olunursunuz” denildiğinde aldırmazlar.
(46) Onlara Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelince, ondan elbette yüz çevirmişlerdir
(47) Kâfirlere: “Allah’ın size rızık olarak verdiklerinden Allah yolunda harcayın” denildiği zaman, kâfirler, îmân edenlere dediler ki: “Dilediği takdirde Allah’ın yedirip doyuracağı kişiyi biz mi doyuracağız? Siz, gerçekten apaçık bir sapıklık içindesiniz.”
(48) Kâfirler derler ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, bu tehdit ne zaman gerçekleşecek?”
(49) Onların beklediği sadece bir çığlıktır. Onlar çekişip dururken, o çığlık kendilerini enseleyecektir.
(50) O anda ne bir tavsiye de bulunmaya güçleri yetecek ne de ailelerine dönebilecekler.
(51) Sur’a üfürülünce, onlar kabirlerinden hemen çıkıp akın akın Rablerine koşacaklar.
(52) Kâfirler o zaman diyecekler ki: “Vay halimize! Bizi kabrimizden kim kaldırdı?” İşte bu, Rahman olan Allah’ın vaadettiği, peygamberlerin dosdoğru anlattığı gündür.
(53) Orada kopan sadece bir çığlıktır. Onunla hemen hepsi toplanıp huzurumuza geleceklerdir.
(54) O gün, hiçbir kimse haksızlık görmeyecek, sadece yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz.
(55) O gün, cennetlikler eğlence içinde zevk sürecekler.
(56) Onlar ve eşleri gölgeliklerde, koltuklar üzerine yaşlanacaklardır.
(57) Onlar için orada meyveler ve arzu ettikleri her şey vardır.
(58) Onlara bağışlayan Allah tarafından sözlü “Selâm!” vardır.
(59) “Ey gü¬nahkârlar! Bugün bir tarafa ayrılın.”
(60) “Ey Âdem oğullan! Ben size, şeytana kulluk etmeyin, o sizin için açık bir düşmandır” demedim mi?”
(61) “Bana kulluk edin. Dosdoğru yol budur” demedim mi?”
(62) “O, gerçekten sizden pekçok nesilleri saptırdı. O zaman siz aklınızı hiç kullanmadınız mı?”
(63) İşte bu, size vaadolunan cehennemdir.
(64) Bugün, küfrünüz sebebiyle girin oraya.
(65) O gün, onların ağızlarını mühürleyeceğiz. Ne yaptıklarını bize elleri anlatacak, ayakları da şahitlik yapacaktır.
(66) Eğer dileseydik, elbette gözlerini kör ederdik. O zaman doğru yolu bulmaya çalışırlardı. Ama nasıl görecekler?
(67) Eğer dileseydik, bulundukları yerde suretlerini değiştirirdik. O zaman ne ileri gitmeye güçleri yeterdi ne de geri dönmeye!
(68) Kimi uzun ömürlü kılarsak, onu yaradılışta gerisin geri çeviririz. Hâlâ akıllarını kullanmayacaklar mı?
(69) Biz peygambere şiir öğretmedik. Bu ona yakışmaz da. Onun getirdiği sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur’ân’dır.
(70) Kur’ân, diri olan kimseyi uyarmak ve kâfirler üzerine azabın tahakkuk etmesi için indirilmiştir.
(71) O müşrikler, kudretimizle kendileri için hayvanlar yarattığımızı görmüyorlar mı? Üstelik o mallara sahip oldular.
(72) Bu hayvanları onların emrine verdik. Onların kimini binek olarak binerler, kiminin de etini yerler.
(73) Onlar için bu hayvanlarda pekçok faydalar ve içilecek sütler vardır. Hâlâ şükretmeyecekler mi?
(74) O müşrikler, yardım göreceklerini umarak Allah’tan başka ilâhlar edindiler.
(75) Putlar onlara yardım edemezler. Aksine kendileri o putlar için hazırlanmış askerlerdir.
(76) Rasûlum! Müşriklerin sözü sakın seni üzmesin. Biz, kesinlikle onların gizlediklerini de, açığa vurduklarını da biliriz.
(77) insan, bizim kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmez mi? Hemen apaçık bir düşman kesilir.
(78) Kâfir kendi yaradılışını unutarak bize bir örnek getirdi ve dedi ki: “Çürümüş kemikleri kim diriltecektir?”
(79) Rasûlum! De ki: “Onları, ilk defa yaratan Allah çürütecektir. O, bütün yaratılmışları çok iyi bilir.”
(80) Yemyeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O’dur. Siz de ateşi o ağaçtan tutuşturuyorsunuz.
(81) Gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya kadir değil midir!? Elbette kadirdir. O, bütün varlıkların yaratıcısıdır, her şeyi bilendir.
(82) Bir şeyin olmasını istediği zaman, O’nun emri sadece “Ol!” demektir. O şey de hemen oluverir.
(83) Her şeyin hükümranlığı elinde olan ve sizin de kendisine döneceğiniz Allah, çok yücedir.